Bu Blogda Ara

17 Ağustos 2010 Salı

blue ya da mavi yada her ikisi



Blue ya da mavi ya da her ikisi

gerçek birden çok kişinin aynı düşü görmesi,
doğru birden çok kişinin aynı düşü gördüğünü farkına varmasıdır(*)

Görüntü,söz,müzik imgenin üç vatanı.Üç anavatanı.Şarkı müzik.Belki söz de.Daha aşkınlaştırmak için anlamı görüntü.Joni Mitchel 'in Blue adlı şarkısına bir clip denemesi.Ya da Blue esinlenmeli,iki ten arasındaki pencere kadrajlı bir savaş portresi.Hepsinden öte Joni Mitchel'in dudaklarının sayıklamasıyla,gözlerimin sayıklamaya başlaması.İyi seyirler.
PLAN 1
GÜNDÜZ.HAVA AYDINLIK.
BOŞ VE ESKİ BİR BİNA .TAVAN OLDUKÇA YÜKSEK,PENCERELER YOK.
KAMERA BİNANIN ORTASINDAN KAPIYI BİRAZ AŞACAK ŞEKİLDE KADRAJLANMIŞ.DİYAFRAM AÇIK.KAPIDAN GELEN IŞIK PATLAMAKTA.PATLAYAN IŞIĞIN ÜZERİNDEN YAZILAR GEÇER.
YAZILAR BİTİNCE  KAMERA DOLY OUT YAPARAK BİNANIN ORTASINA KADAR GELİR.180 DERECE TAVANI TARAYARAK BİNANIN DİĞER YARISINA YÖNELİR.PLAN SABİTLENİR.BİR KADIN ÜZERİNDE AÇIK MAVİ BİR ELBİSE ,BAŞINDA OKYANUS MAVİSİBİR DANTEL ŞAL BULUNMAKTADIR.ŞALDAN SİYAH SAÇLARI GÖRÜLMEKTEDİR.GÖZLERİ MAVİ VE HÜZÜNLÜDÜR.
GÖZLERİNİ YAVAŞÇA KIRPAR,PLAN KARARIR.1 SN'LİK KARANLIKTAN SONRA ,
PLAN 2
DIŞ MEKAN .GECE.KADIN BİR ADAMLA DANS ETMEKTEDİR.
FONDA JONI MITCHEL'İN BLUE ADLI ŞARKISI ÇALMAKTADIR.
KADININ ÜZERİNDE BİR BAŞKA MAVİ ELBİSE VARDIR.
ADAMIN ÜZERİNDE NEFTİ RENK ASKER CEKETİ BULUNMAKTADIR.
KADIN=KORKUYORUM
PLAN 3
OKYANUS DALGALARI BİR SANİYE SÜREYLE GÖRÜLÜR
PLAN 4
PLAN 2 'YE DÖNÜLÜR
KADIN=SENSİZ ÖLMEKTEN(FISILDIYARAK)
PLAN 5
PLAN 1 ' E DÖNÜLÜR. KAMERA BİNANIN ORTASINDA SABİTTİR.KADIN ADAMIN PLAN 2 'DE GİYDİĞİ NEFTİ ASKER CEKETİNİ SÜRÜKLEYEREK KAMERADAN UZAKLAŞIR
PLAN 6
GÖRÜNTÜ KARANLIKTIR.KARANLIKTA BİRLİKTE BİR TRENİN HAREKET SESİ GELİR.KADIN BİR TREN GARINDADIR.RAYLARIN YANINDA GİDEN TRENE BAKMAKTADIR.ÖNCE KADIN GÖRÜNTÜLENİR,ÜZERİNDE AYNI MAVİ ELBİSE BAŞINDA AYNI MAVİ ŞAL VARDIR.DAHA SONRA PAN YAPILARAK KADIN VE TRENİN GİDİŞİ BİRLİKTE GÖRÜNTÜLENİR.
PLAN 7
KAMERANIN PLAN 1  ' DEKİ YERİ BOZULMAMIŞTIR.KADIN CEKETİ SÜRÜKLEMEYE DEVAM EDER..
PLAN 8
PLAN 2' DE KADIN VE ADAM DANS ETMEYE DEVAM ETMEKTEDİRLER.
KADIN=BOĞULMAK
PLAN 9
OKYANUS DALGALARI
PLAN 10
KADIN VE ADAMIN DANSI BİRDEN DURUR.
KADIN=OKYANUSTA BİR DAMLA SU OLMAK.
ADAM= SEN  BLUE'SUN. BENİM BLUE'M
PLAN11
KAMERANIN PLAN 1 'DEKİ YERİ BOZULMAMIŞTIR.KAMERA AŞAĞI TRACK YAPAR.
KADININ SÜRÜKLEDİĞİ CEKET YERDEDİR.
PLAN 12
KADIN BİR MEYDANDADIR.KALABALIĞIN İÇİNDE YÜRÜMEKTEDİR.ÜZERİNDE SİYAH BİR ELBİSE VARDIR.
PLAN 14
EKRAN  KOYULAŞIR.OKYANUS DALGALARI ÜZERİNDEN BEYAZ YAZILAR AKAR.
YAZILAR AKTIKÇA OKYANUS KARARIR.


(*)  YAYINLANMAMIŞ   AFORİZMALAR.
Plan 13’ü yazmaya şimdilik sözcükler yeterli olmadığı için yazılamadı. Belki bir gün görüntü ile…

heparsız

heparsız
ilk adını yazdıktan sonra durdu parmakları. ikinci adını hatırlar gibiydi ki en çok onu kullanırdı ama soyadını asla hatırlamıyordu. oysa milyonlarca kez atmıştı o imzayı bir ölüm fermanını imzalar gibi reklam kampanyalarını. mekanistlerden hiç iş almamıştı o güne kadar ama.. çok ta iğrenmiyordu yaptıklarından cebinde de her zaman bir torba taşımasına rağmen. sancıyordu. üzerinde arkası açık yeşil renkli operasyon gömleği, başında bone… parmakları hareketsizdi. nasıl da durmuştu. sanki tırnakları birer göz olmuştu, matadorun son bıçağı ense köküne sapladığı boğanın gözleri gibi çaresizce bakıyordu. oysa sözcüklerle anlattığı hikâyelerini hep elleriyle desteklemişti… dikkatini toplayıp tek seferde atmak için imzayı nefesini tutarak bedenini öne doğru devirerek sürüklemişti kalemi… şimdi öylece duruyordu kalem parmaklarının arasında çaresizce ona biçilmiş ana ödevi tamamlayamadan. kalem parmaklarının arasında, elinin yarısı kağıdın üzerinde.
tüm ömrünü mükemmelistlere vermişti. hep onlar için çalışmıştı. devrime inanmıştı yoo yalnızca devrime değil, devrimin erken geleceğine inanmıştı. nasıl olsa derdi bu koca kayık devrimden önce karaya vurmaz sonrası da: sahi sonrasını hiç düşünmemişti. şimdi o koca kayık su alıyordu onu hiçbir zaman durduramamış olan cıpa demirinin suya aktığı delikten. doktor pankreasın seninle vedalaşmak üzere demişti. organ nakliydi çözüm. german teknolojisiyle yapılmış,asliten kaplamalı titanyum gövdeli paslanmaz aşınmaz mükemmel bir karaciğer..üzerinde üretim parti seri no olan bir barkod ve halogramlı garanti belgesi. üretim hata olasılığı o/oooo de1 ve eğer çıkarsa yenisinin yanında kontinyu pompalama yapma gücüne sahip flexi duvarları olan bir silikonize 116 L grade çelik hasır örgülü kalp hediye.ve bütün bunlar için ondan diğerleri gibi onların fabrikalarında yıllarca çalışması da istenmiyordu. yeni organını kullanmaya başladıktan bir hafta sonra mekanistlerin kanalında yayınlanan aktif satış reklamlarında oynamasıydı istenen sadece. en sonunda namlu ona da doğrulmuştu. nasıl olabilirdi ki bu? hep düşmanı olmuştu hayatta mekanistlerin ve şimdi onların kapısındaydı. ve hep dostu olduğu mükemmelistler şu aşamadan sonra senin için yapacak pek bişeyimiz kalmadı diyorlardı…
setler çekmişti beyninden parmaklarına akan sinirlerin önüne ve parmaklarını oynatması bir filin zıplaması kadar olanaklıydı… beyniyle elini öne itiyor ama ruhuyla aynı güçte çekiyordu… birden aklına mağara gelmişti… o çocukluğunda onu anlamadıklarında kimseye hissettirmeden kaçıp tek başına gizlenip bağıra bağıra ağladığı mağara… tünelden önceki son çıkış…mağaradaydı artık.. bir kaçak.bir mülteci.bir sığınmacı.bir göçmen kuş.bir ruh. hep arlı bir yaşam yaşamıştı ve artık hepar sızdı mağarada.

oda


oda
                                                 
adam usulca doğruldu iskemleden. masanın üzerinde bıraktı her şeyi. her şeyini. yarım kalmış bir şişe şarap.yanan bir sigara.karmakarışlık bir deste kağıt.kağıtların üzerinde bitmemiş yazılar.düşmüş kapanmış bir fotoğraf.bir deste iskambil.biraz önce çektiği cigaranın külleri.küçük,kara bir kedi yavrusunun gözleri.ve de düşmüş düşleri.hepsi masanın üzerinde kaldı.bedenini kapıya doğru yöneltmek için,zorlama bir dönüş yaptı.üç adımda, ağır aksak üç adımda kapıya yöneldi.ışığı söndürmedi.müziği kapatmadı. her şeyi geride, odada, odayı masanın üstünde bıraktı, çıktı. evin içi oda hariç bomboştu. üç gündür çıkartmadığı ayakkabılarının koridorda bıraktığı sesle yankılandı ev.ayak sesleri büyüdü,büyüdükçe sürükledi adamı çıkış kapısına.apartmanın en üst katındaydı ev.bir tavan arası.en üst katta oturmaktan rahatsız değildi.bu kadar merdiven gözünde büyüdü.büyüdükçe sanki bir manyetik alan oluştu.geri döndü adam.aynı koridoru,aynı çınlayan seslerle aştı.odadaydı.yine masanın başına döndü.iskemlesine oturmadı.günlerce üzerinde hareketsiz oturduğu iskemleye,hiç görmediği garip bir yaratıkmışçasına baktı.yanan sigarasından bir nefes aldı.daha sonrada şarap şişesini ağzına götürdü.bir yudum içti.ikincisi için şişeyi havaya kaldırdı ama hemen vazgeçti.şişeyi masanın üzerine sertçe bıraktı.sonra gözü hala yanan sigaraya ilişti.sigaranın, onun odaya tekrar geri döneceğini bildiğini düşündü.ani bir hareketle sigaraya attı elini.avucunun içinde boğdu onu.ve bu kez bütün vücudunu savurarak kapıya döndü.koşar adımlarla önce odadan çıktı,sonra koridoru aştı.kendisini açık duran kapıdan dışarı attı.bu eve taşınalı neredeyse altı ay olmuştu.hiç bu kadar hızla kat etmemişti bu yolu.kaçıyordu.farkında değildi bunun.kapıyı çarparak merdivenlerden inmeye başladı.ona doğru esen sert bir rüzgarda yürüyor gibiydi.koşarak,soluk soluğa indi merdivenlerden.apartman,onunki hariç evden bozma işyerleriyle doluydu.şu saatlerde hiç kimse yoktu ortalıkta.sokak kapısından dışarı fırladı.kapının önünde derin bir nefes aldı.duvara dayandı.cebinden sigara paketini çıkardı.bir sigara alıp tekrar cebine koydu paketi.çakmağını aramak için elini cebine atacaktı ki vazgeçti.sigarayı ağzından alıp yere attı.keyifsizdi.yalnız bugün değil,bir süredir ve bundan sonra...apartmanın kapısı dar bir sokağa açılıyordu.sokak ıssız,bomboş ve daracıktı.gözlerini sokağın sonuna doğru çevirdi.son seçilmiyordu.duvarlar ondan uzaklaştıkça yitiyor,bir süre sonra ise kör karanlığa karışıyordu.hava soğuktu.yağmur henüz dinmişti.ıslak sokakta ay ışığı geziniyordu.gözlerini yerden ve gökten kaçırıyordu.oysa onca severdi ayı''senin'' derdi ''senin saçlarında ay ışığı yakamozlar yapar'' bir gün gündüz oldu , ay kayboldu.tekrar gece oldu ama  artık ay soğuk,ürkünç bir ışık yayar olmuştu.sokaktan çıktı .şimdi bir caddede idi.sadece yayalara ayrılmıştı bu cadde.bu eve ilk taşındığında yazdı.bir şenlik,bir cümbüş kaplamıştı caddeyi o günlerde.barlara dadanır olmuştu.ama çabuk sıkılmıştı bu yaşamdan.şimdi sokaklar onun gibi yalnızdı.kumların üzerinde geri çekilen dalga gibi,odası olmayan evlerine çekilmişti insanlar.bir süre yürüdü bu caddede.elleri cebinde ayaklarını sürüye sürüye...daha sonra sokakların birine sapıp denizle kentin buluştuğu caddeye çıktı.denizin yanına gitti.uzun süre baktı ona.yoktu deniz.oysa eskiden onca severdi gri dalgaları seyrederken tabii kanyak içmeyi.yoktu kanyak.gri değildi dalgalar.çöplük derdi arkadaşları eskiden ona.her an içerdi.uzun süren gecelerin sabahlarında,alkolle açardı güne penceresini.bardaklarına ihanet eden sahiplere inat,teselli ederdi yarım bırakılmış bardakları güneş doğurma pahasına.ama artık çöplük yoktu.çöp vardı.iki harfi daha yok edip , yalnız bir ''ç'' olmayı ne çok isterdi. and kokan sakalıyla yalnız bir''ç''.ama çöptü o.yaşadığı kent eski bir liman kentiydi. oturduğu semt çok uzun yıllar boyunca kentin en şenlikli yeri olmuştu. o kentin kent kokusu verebilen nadir yerlerindendi. geri döndü ara sokaklara. duvarlara bakmıyordu.duvarlarda yazılar aramıyordu artık.bir kente yabancı bir kente gittiğinde;onu duvarlar karşılardı en güzel elbiseli yazılarla.ama elbiseleri birer birer eskimişti duvarların.güneş,yağmur ve dökülen sıvalar çırıl çıplak bırakmıştı onları.birileri giydirmişti amam duvarları.bir kalp içine yazılmış ''mahir, eylem' i seviyor'' gibisinden hazır giyimlerle.bir gün duvarların en kutsalının kendini nasıl yıktığını seyretmişti televizyonda.o günden sonra küsmüştü artık duvarlara.haylaz bir ıslık gibi dolaşıyordu sokaklarda.sokağın köşesinde bir fahişe gördü.ne bulduysa taşımıştı fahişe yüzü,cinselliğini,umutları ve düşleri.yanından geçerken fahişenin canı birden düzüşmek çekti.çokçadır bir kadının sıcaklığını duymamıştı apış aralarında. ''hadi gidelim'' dedi fahişeye.''evime kabul etmem, otele de çıkmam, beni götüreceğin bir yerin var mı?'' dedi fahişe. bir an için aklına oda geldi. boynunu bükerek ''hayır'' dedi. fahişe uzaklaştı gecenin sisi içinde yitip gitti.kanı çekiliyordu,bedeni çekiliyordu odasında.dayanamadı tuttu evin yolunu.apartmanın önünde buldu kendini birden. şimdi ise odasındaydı. hayalleri vardı eskiden. thomas more'unkinden daha iddialı bir ütopya kuracaktı onun olan. işe koyulduğunda, yanıyordu bedeni, yanıyordu elleri. çok geçmeden ütopya,yerini özensiz yapılmış bir makete bırakacaktı.bu maketti bütün varlığı.odasına kapanıp günlerce çıkmazdı.ana rahmi gibi kutsaldı bu mekan onun için.ama artık oda yoktu.onu gerçeğe yada düşe bağlayan bir kordondu eskiden oda .her şeyi olan ve her şeyini paylaştığı bir sevgili gibi.hem aldatan,hem de aptalcasına sadık olan bir sevgili .her geçen gün biraz daha küçülüyordu oda.hatta ilk zamanlar odaya taktığı deniz fenerim yakıştırmasını değiştirmişti artık.iron maiden diyordu odasına.bir masası vardı, bir iskemlesi,bir yatağı.yerler siyah halı kaplı,duvarlar koyu mora boyalıydı.tavan ise simsiyah.bir müzik seti vardı hiç kapatmadığı.bir televizyonu hiç açmadığı.yerlerde olurdu üstündekiler hariç,elbiseleri.son günlerde iyice küçülür olmuştu oda. işte ne olduysa o gece oldu.önce pencereye yaklaşıp aşağıya baktı.yer gözükmüyordu.arkasını dönüp sırtlandığı gibi odayı,pencereden aşağı attı.yere düşüşünü görmedi odanın.bir baykuş öttü o anda kentten uzak bi yerlerde...
kurşun askerin gerçekleşen düşüşü

bir dürtülmeyle uyandı genç adam .''nöbetçiler hazır'' diyordu onu uyandıran bedenin sesi.bir düşün ortasındaydı.usulca sıyırdı hantal bedenini battaniyelerin altından.gerindi,gözlerini sildi.etrafa bakındı,irkildi.''tanrım'' dedi,''daha bitmedi'' bir başka düşün ortasında buldu kendini.sürgit bir düş.düşündü,bir yandan doğduğunda ona verilen giysileri giymeye çalışırken.hummalı bir titremeyle tekrar irkildi.''benim'' dedi ,''benim...'' gerisini diyemedi.kendisine doğduğunda verilmiş olan ve ayaklarının bir uzantısıymış gibi sahiplendiği kaba hantal ayakkabılarını giydikten sonra aynı titreme ile irkildi.iki katlı yatağının alt katına oturdu.başını iki ellerinin arasına koydu.dirseklerini dizine yasladı.''benim bundan önce bir yaşamım vardı'' diyerek yarım kalan tümcesini tamamladı.rahatladı.doğum sonrası ,doğrulanana bakılmaksızın sancılardan kurtulmanın verdiği rahatlığa benzer bir rahatlık bu.bir kaç saniye sürdü.birden dudakları dururken yanağına veda öpücüğü kondurulmuş kırgın aşık edasıyla yıkıldı yatağa.biraz önce onu rahatlatan keşfi,şimdi ona acı veriyordu.nasıldı bu yaşam diye düşünmeye başladı.hayır düşünmüyordu.bir kör uçuştu bu.acısı artıyordu.biraz önceki sesin bedeni ona sert adımlarla yaklaşıyordu.hadisene adamlar bekliyor.usulca bir tamam çıktı beyninin ilgilenmediği dudaklarının arasından.hiç bir şey anımsamıyordu bundan önceki yaşamına ilişkin.küçük siyah bir buluttan başka.bilinçsizce ayağa kalktı diğerlerinin yanına gitti.kopya çeken gözlerle baktı diğerlerine.yuvarlak ve çelikten yapılmış bir başlığı aldı.başına geçirdi .insan öldürmeye yarayan ve incelikle yapılmasına rağmen soğukluğu ortalığı kaplayan aleti omzuna astı.diğerleriyle birlikte merdivenleri indi.bir istasyona gidildi.diğerleri omuzlarındaki aletleri için yapılmış küçük metal parçalarını alıp,onları aletin içine yerleştirirken,bir köşede bekledi.elleri arkadan bağlıydı.bir aynanın karşısında bekliyordu oda buharlıydı.aynada yüzünü aradı bulamadı.''tamam'' dedi rütbeleri omzunda olan kişi''götür.'' diğerleri yürümeye başladı.o da.yol boyunca hiçbir şey konuşmadı diğerleriyle.ilk noktaya gelindi.noktadan bir ses'' dur kimdir o?'' diye bağırdı.diğerlerinden biri ''hadi uzatmayalım.değişelim şu nöbeti dedi.iki kişi iki kişiyle yer değiştirdi.diğerleri yerini artık yeni diğerlerine bırakmıştı.yeni diğerlerini ilk çıktıkları yere geri götürdü.aynı istasyona uğrandı.küçük metal parçalar teslim edildi.sonra yukarı çıkıldı.yeni diğerleri üzerlerindeki savaş gereçlerini bıraktı.o aşağı indi.noktaları kontrol etmesi emredilmişti ona.yola koyuldu.gecenin karanlığını yırtan tek ses hırıltılı nefesleriydi.bir tek sözcük,bir tek resim ,bir tek imge bile anımsamıyordu önceki yaşamından.küçük kara buluttan başka.ayakları onu ilk noktaya götürüyordu.sancısı artmıştı.bütün bedeni sancıyordu sanki.ayna buharlanıyordu.buharlandıkça uzaklaşıyordu ondan.yağmur yağmaya başlamıştı.başındaki çelik başlığa vuran yağmur damlaları,hırıltılı vücudunda taşıdığı tek ağırlık,geçmişini hatırlayamamanın verdiği acıydı.bu acıyı daha da büyüten büyük bir acı duydu midesinde.yere eğildi. iki elini yerdeki su birikintisine soktu.yüzüne doğru götürdü onları ve dokundu yüzüne.ellerini ve yüzünü bir yangı kapladı.ayna gözünün önüne geldi.buğu biraz olsun aralanmış,küçük siyah bulut yeniden belirmişti.ayağa kalktı yürümeye başladı.bu sefer daha hızlıydı adımları.bir yara yetişecekmiş ya da bir yerden kaçar gibi.yağmur kesilmişti. sadece hırıltıları eşlik ediyordu artık ona.birden başındaki çelik başlığı çıkarıp fırlattı.tiz bir metal sesi yankılandı gecede.buğu biraz daha kalkmıştı.küçük,siyah bulutun, tel tel olduğunu gördü.sonra üzerindeki kalın giysiyi çıkarıp fırlattı.yüzündeki çamurlu su vücudunun ısısıyla kurumaya başlamıştı.eğilerek vücudunun bir parçasıymış gibi sahiplendiği kaba,hantal ayakkabıları çıkarttı.fırlattı.gecenin içinde kayboldular.pantolonunu çıkarttı, yalın ayak yürürken.buğu yavaş yavaş yok oluyordu.bir ses''dur kimdir o?'' diye haykırdı.duymadı.hızla yürürken gömleğini çıkarttı , attı.donunu ve atletini de.yüzündeki çamur iyice kurudu,kurudukça gerildi yüzü.bulut gözlerinin önünden gitmiyordu.gerilen yüzü yanıyordu.bulut tel tel dalgalanıyordu.biraz önceki ses iki kez tekrarladı aynı sözleri.ellerini usulca yüzüne götürdü.ses''dur yoksa...'' dedi.yanındaki ses ''hadisene'' dedi ''hadisene görmüyor musun...''.elleri yüzüne dokunduğunda '' benim sakallarım vardı'' diye haykırdı.''şiir,şarap,aşk'' diyemedi.aynı anda üç kocaman ışık, üç korkunç ses yırttı gecenin karanlığını ortadan.

bonus track


bonus track
ayaklarımda duyduğum basınç yavaş yavaş bir sürtünme şeklinde vücudumu kaplamakta. bütün vücudumu sarmalayan ağır ve kaygan sıvının sıcaklığı içerisinde bulunduğum tüpün yer yer hissettiğim soğukluğunu vücudumdan uzak tutuyor. sıvıyla birlikte akışım hızlanıyor. yanan gözlerimi açmaya çalışmam gereksiz. açtığımda gördüğüm ise sadece karanlık. akıyoruz, yerçekiminin olmadığı bu ortamda yukarıya doğru akıyoruz. borunun girişinden beri güçlü bir rüzgar beni daha uzaklara doğru sürüklüyor. kanalı genişleterek akıyorum. bulunduğum nokta her zaman en genişi.
kalemi eline her alışında daha önce okudukları usuna düşen bir yazardan devşirme bir karabasan gibi yaşamdan uzaklaştığım şu anda daha önce yaşadıklarım peşimi bırakmıyor. o otobüs, mermiler, geceyi bölen düşüşün tok sesi, mağara ve ışıklar. hepsi bir seremoni edasıyla gözümün önünden geçiyor. oysa ben nereye gittiğini merak etmeden birinci mevkide olmasa da rahat bir yolculuk yapmak için kurulmuştum kompartımanımdaki yerime. ama şimdi kendim olan o yargıcın karşısındayım. dilsizim, sağırım, körüm. bütünü algılayamıyorum. sizin de ilginizi çeken ayrıntılar sadece kirpiklerime takılan.
yolculuk devam etmekte. vücudumun çıkarttığı metalik yaprak hışırtısına benzer bu melun sesten başka hiçbir şey duymuyorum. film devam etmekte matine, suare, matine... kendimi az çok tanıyordum. ve buna hiç de gerek yoktu. sıcaklık azalmaya başlamıştı, sanırım değişen atmosfer sona yaklaştığımızın habercisi idi. gittikçe hızlanıyordum. yukarı daha yukarı, hızlı daha hızlı. ve küflü bir hava burnumu sızlatmaya başladığında gri bir ışık göründü. sondu bu. endrofin kanallarından adrenalin kanallarına doğru yaptığım bu yolculuk bir fırlamayla bitti. gri bir gökyüzündeydim. tünelde uyuşan vücudumun yere düşmesi ise tanımlayamayacağım kadar hızlı oldu. yerdeyim. nerdeyim

manifesto

manifesto
“seni hiç sevmedim. bunu bilmelisin” dedi genç adam kollarının arasındaki bedene kenetlenircesine sarılırken, genç kadına. “hem de hiç. gözlerin hiçbir şey ifade etmiyor. hatta gözlerinin içinde gözlerimi görmek bile. bütün tenimde duyduğum sıcaklık. sadece ılık bir yaz rüzgarı gibi yalıyor bedenimi. yazdan nefret ederim bilirsin” genç adamın boyu genç kadınınkinden neredeyse bir karış kadar uzundu. adam gözlerini kadının saçları arasından ötelere yolcu etmişti. kimsesiz bir balıkçının balığa çıkarken karadan ayrılması gibi.
“ büyük bir salon düşün. sahnede oyuncular büyük bir ciddiyetle oyun oynuyorlar. salon tıklım tıklım dolu. ya da tek bir setirci bile yok. ama sahnedekiler bir premier edasıyla oynuyorlar oyunu. aşk işte bu. saçma bir oyun. bir tragedya kadar komik. bir komedya kadar aciz. ama bilirsin ben oyun oynamayı sevmem.”
adamın vücudu kabaydı. bir dağ dikeni kadar kaba. kadının vücudu narindi. bir sera menekşesi kadar narin.
“seni hiç sevmiyorum bunu biliyorsun” dedi genç adam, yayılan müzikle birlikte bedeni kadının bedeni ile salınırken. kara gür sakalları kadının saçlarına karıştı. müzik yükseldi. iki beden bir beden gibi, adamın bedeni gibi, artan bir salınıma geçti. adam kadının ayaklarını yerden kesti ve onu odanın içinde döndürmeye başladı. “dans etmeyi hiç sevmem. bunu biliyorsun. bir metronom bu hepsi hepsi” kadının ayakları uçuştu odanın içinde. önce bir vazo, sonra bir sehpa ardından da bir kitaplık devrildi yere. daha sonra iki çıplak beden. iki beden uzandı kitapların ve kırık çam parçalarının oluşturduğu yatağın üzerine.
“seni hiç sevmeyeceğim. bunu bil” dedi genç adam genç kadının bacaklarını hışımla aralarken. kadının bacaklarının arasındaki kuytuluk gözüktü. bedenini kadının bedeninin üzerine taşıdı. ellerini kadının saçlarına doladı. fallusu venüs tepesinden aşağıya doğru süzüldü. kuytuluğa ulaştığında girdi kadının içine bütün vücuduyla. çok tanıdık bir mağarayı keşfediyordu yeniden. bu keşfin tam ortasında durdu genç adam. “sahi senin adın neydi?” genç kadın hiç mi konuşmadı? konuştu ama bu öyküde hep sustu. adam yerdeki sigara paketine uzandı. bir sigara yaktı. sigaranın ışığında mağarayı keşife devam etti. biraz sonra fizyolojisi, mağaranın jeolojisinden sıkıldı. kadının yanına uzandı. gözlerini tavana dikti. oda müzikle dans ediyordu. siyah tavan ondan uzaklaşırken, mor duvarlar o noktaya doğru yaklaşıyorlardı. lambadan yayılan güçlü ışık bile odanın koyuluğunda yok oluyordu.
“daha uzun yıllar seninle birlikte olmak istiyorum” dedi genç adam. çünkü bütün bildiklerimi sana öğretemedim. bir ayna düşün. o sensin. bakıyorum sana kendimi görüyorum. ama bu ayna düz değil. aynadaki bana benziyor ama ben değilim. tıpa tıp kendimi görmek istiyorum o aynada. fotoğrafımı bile değil. kendimi. galiba seni sevemem. çünkü kendimi seviyorum. müzik sustu. bir şıngırtı duyuldu. bütün evreni ayna kırıkları kapladı.

bir kadın - bir erkek - iki beden - bir ayin


finito

edilmemiş bir (inti*)**+(har’ın ***)****
ardından kalan basiretname*****
bölsün geceyi
minarelerden haykıran
ölüm duyurtuları.
ancıl sevişirim
celladın kanlı elleriyle
“insan, hesap lütfen”
bir bıçak intihar etti
girdiği bedenin gençliğine bakmadan.

*              : inca dilinde güneş.
**             : (mecaz) kuzey amerika’da gerilla
***            : arapça’da kor, köz
****          : (mecaz) tutku
*****         : basireti bağlanmış vasiyetname

bir kadın - bir erkek - iki beden - bir ayin
usulca kaldırdı başını genç kız. çok koşmaktan çatlayan atların başlarını istemsiz oynatmaları gibi. belki de bir altın vuruştu bu. son merminin sıkımı. bertaraf edilmiş bir başkaldırı gibiydi yüzü. esrar kokan gözlerini, hiçbir şey aramaksızın sonsuza kenetlemişti. o yalın bakışı yüzümü yaladı gitti. bense ona baktım; bütün dikkatimle. aşık mı oluyordum? hem de hiç tanımadığım bir insana. hem de belediye otobüsünde. tam da aşkı tanrının yattığı mezara yeni gömmüşken. ellerimde küreğin sıcaklığı, üstüm başım balçık hala. biliyorum sevgi adamı öldürür. duraksıyorum. otobüs, içindeki yığını üç durak öteledikten sonra ancak bağırıyorum. kocaman bir hayır. yalnız kendim duyuyorum bu çığlık benzeri hayırı. oysa onun da duymasını isterdim. pekiyi neydi bu?.....
damarlarında yaşamsızlık dolaşan bedenimi saklayacağım bir sığınaktı belki de bu. azgın dalgaların batıramadığı köhne bir kayığın, kendini rüzgara bırakarak, küçük bir koyda karaya oturup, yabanıl ada kuşlarına yuvalık yapması kadar doğaldı bu. tekil bir balina intiharı. sahi niye intihar etmiyorum?
daha bir durak geçmedi. ölüm artık t.d.k. sözlüğünün 472nci sayfasında olmaktan başka bir anlam ifade etmiyordu. çoktan tedavülden kalkmıştı benim piyasamda. yaşam yok. soluk alıp vermem türümün bana kazandırdığı zorunlu bir özellik sadece. bir tahterevalli vardı. bir ucunda ölüm, diğerinde yaşam. güçler dengesi. yaşam tahterevalliden çekilince, ölümün olduğu kol, hızla yere çarptı ve bilmediğim yerlere savruldu. oysa ne kadar güzeldi yaşarken düşlemek ölümü. aynı jim morrisson gibi bütün vücudumda duyarak yaşamak isterdim ölümü.birden bir götten düşüp, taşa yapışan bir bok gibi ölmekten korkardım. üç favorim ama yalnızca bir hakkım vardı.
ölüm ı:namlu ucu-tetik arasındaki mesafe,baş parmağımla damaklarım arasındaki en uzun mesafeden ½ cm daha uzun olan bir tüfek bulacaktım. namluyu ağzıma sokup, baş parmaklarımla tetiği itmeye çalışacaktım. bütün kaslarım gerildiği an, işte o an mutlu olacaktım
ölüm ıı: t.h.k’nın amatör paraşüt kurslarına yazılıp, ilk uçuşumda bedenimi gök yüzüne bırakacaktım. önce sırtımdaki yükten kurtulacaktım. vazgeçerim diye değil. ağırlığımı azaltıp daha geç ölerek, ölümü duyumsama süremi arttırmak için. bir geç orgazm. artan ivmeli serbest düşüş. gittikçe hızlanacaktım. hızlandıkça hareketimin ters yönünde bir basınç hissedecektim bedenimde. bu basınç damarlarımda ölüm kokusu yayarak dolaşacaktı. yere elli santim kala kahkahalarla gülecektim.
ölüm ııı: bütün malvarlığımı ortaya koyarak 1964 model ateş kırmızısı tek kapılı bir mustang alacaktım. depoyu fulledikten sonra güzel bir otobana çıkacaktım. bütün dikkatimi topladıktan sonra gaza basarak önüme/ölüme doğru gidecektim. depo bitmeden dünyanın en güzel tabuta sahip adamı olacaktım. ama artık hepsi birer hiç. çünkü yaşam yok. yapışık kardeşi ölüm ise onun yokluğuyla bir kar tanesi gibi erimekte ışığa karşı. ölmek için bir çaba gerekiyordu. oysa yaşamak için özel bir çabaya gerek yok.
gözlerini kırptı genç kız. bin yıllık bir yalnızlık döküldü kirpiklerinden kucağına. öksürdü. tekrar başını o hatta kilitledi. yanındaki ayının bana bile ulaşan ter kokusu duymuyordu. arkadaki moruğun hırıltılı nefeslerini de. öndeki kadının bir yandan ağzındaki sakızı çiğnemeye çalışırken, bir yandan da patlayan t.ş.ç.p’lerle yanındaki adama bir şeyler anlatmaya çalışması onu rahatsız etmiyordu. o sadece bakıyordu. bakışları kırlangıç gibi uçuyordu.
bir ayin olmalıydı. idolü, tanrısı olmayan. tanrıyı yok sayan. tapanı tapılanı olmayan. sadece iki beden. bir birinin adını bile bilmeyen. öyle arzulu ve şehvetlice de değil. sadece ağaçtan düşmemek için dala sarılan el ile ağaç gibi bir birine başka hiçbir beklenti olmaksızın kenetlenen. yalnızca bir bedendi aradığım. yitik bir beyince taşınmaktan bıkılmış bir beden. bacak aralarının tenhalığında tenimin mistik acılarını dindireceğim. yada büyüteceğim. bir yaban kuşunun çölleşmiş bir tarlaya konuşu. bir buz kalıbının kendisiyle aynı öz ısıya sahip bir ateşe düşüşü. beni tensel duyumdan, tinsel doyuma taşıyacak bir beden. bedenimdeki yangı’nın yangına dönüşeceği bir beden. acıların çöplüğü, anıların mezarlığı olan bir beden.