Bu Blogda Ara

17 Ağustos 2010 Salı

manifesto

manifesto
“seni hiç sevmedim. bunu bilmelisin” dedi genç adam kollarının arasındaki bedene kenetlenircesine sarılırken, genç kadına. “hem de hiç. gözlerin hiçbir şey ifade etmiyor. hatta gözlerinin içinde gözlerimi görmek bile. bütün tenimde duyduğum sıcaklık. sadece ılık bir yaz rüzgarı gibi yalıyor bedenimi. yazdan nefret ederim bilirsin” genç adamın boyu genç kadınınkinden neredeyse bir karış kadar uzundu. adam gözlerini kadının saçları arasından ötelere yolcu etmişti. kimsesiz bir balıkçının balığa çıkarken karadan ayrılması gibi.
“ büyük bir salon düşün. sahnede oyuncular büyük bir ciddiyetle oyun oynuyorlar. salon tıklım tıklım dolu. ya da tek bir setirci bile yok. ama sahnedekiler bir premier edasıyla oynuyorlar oyunu. aşk işte bu. saçma bir oyun. bir tragedya kadar komik. bir komedya kadar aciz. ama bilirsin ben oyun oynamayı sevmem.”
adamın vücudu kabaydı. bir dağ dikeni kadar kaba. kadının vücudu narindi. bir sera menekşesi kadar narin.
“seni hiç sevmiyorum bunu biliyorsun” dedi genç adam, yayılan müzikle birlikte bedeni kadının bedeni ile salınırken. kara gür sakalları kadının saçlarına karıştı. müzik yükseldi. iki beden bir beden gibi, adamın bedeni gibi, artan bir salınıma geçti. adam kadının ayaklarını yerden kesti ve onu odanın içinde döndürmeye başladı. “dans etmeyi hiç sevmem. bunu biliyorsun. bir metronom bu hepsi hepsi” kadının ayakları uçuştu odanın içinde. önce bir vazo, sonra bir sehpa ardından da bir kitaplık devrildi yere. daha sonra iki çıplak beden. iki beden uzandı kitapların ve kırık çam parçalarının oluşturduğu yatağın üzerine.
“seni hiç sevmeyeceğim. bunu bil” dedi genç adam genç kadının bacaklarını hışımla aralarken. kadının bacaklarının arasındaki kuytuluk gözüktü. bedenini kadının bedeninin üzerine taşıdı. ellerini kadının saçlarına doladı. fallusu venüs tepesinden aşağıya doğru süzüldü. kuytuluğa ulaştığında girdi kadının içine bütün vücuduyla. çok tanıdık bir mağarayı keşfediyordu yeniden. bu keşfin tam ortasında durdu genç adam. “sahi senin adın neydi?” genç kadın hiç mi konuşmadı? konuştu ama bu öyküde hep sustu. adam yerdeki sigara paketine uzandı. bir sigara yaktı. sigaranın ışığında mağarayı keşife devam etti. biraz sonra fizyolojisi, mağaranın jeolojisinden sıkıldı. kadının yanına uzandı. gözlerini tavana dikti. oda müzikle dans ediyordu. siyah tavan ondan uzaklaşırken, mor duvarlar o noktaya doğru yaklaşıyorlardı. lambadan yayılan güçlü ışık bile odanın koyuluğunda yok oluyordu.
“daha uzun yıllar seninle birlikte olmak istiyorum” dedi genç adam. çünkü bütün bildiklerimi sana öğretemedim. bir ayna düşün. o sensin. bakıyorum sana kendimi görüyorum. ama bu ayna düz değil. aynadaki bana benziyor ama ben değilim. tıpa tıp kendimi görmek istiyorum o aynada. fotoğrafımı bile değil. kendimi. galiba seni sevemem. çünkü kendimi seviyorum. müzik sustu. bir şıngırtı duyuldu. bütün evreni ayna kırıkları kapladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder